اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Çamlıca, 22 Ağustos 2006
Bir kardeşe, hal ve hatır sormak zaruri girişiminden sonra direkt konuya girmek istiyorum...
Bugün karşılıklı samimiyet hadisesini düşündüm, kendi nefsimi muhasebe etmek (sîğaya çekmek) istedim. Başkalarını suçlama hakkım olmadığını biliyorum. Fakat kendi nefsime suçlamak şeklinde de olsa iyice yüklenebilirim. Muhataplarında ve çevresinde samimiyet arayıp bekleyenler (nefsim de içinde) pratik olarak şu soruları kendi kendilerine sormalı ve cevaplandırmalı diye düşünüyorum:
a) Ben kendim samimi miyim?
b) Samimiyetini istediğim dost kardeşe itimadım var mı?
c) Ondan evhamlı ve endişeli miyim?
d) Onu şüphe ve tecessüsle alttan alttan tam bir casus gibi “Hele nasıl davranıyor, davranışlarının kökü nerede?” diye meraklarım mı var?
e) Yakınlaşma ve dostluğu başıboş bir tesadüfe mi yüklüyorum, ilahî bir tahsis ve tayin mi olarak biliyorum?
f) Bu samimiyet çerçevesinde livechillah olan (bir nevi ibadet şeklinde) menfaatimiz dışında ne gibi bir beklentimiz var? Bunlardan, hasis menfaatler diye hafife aldığımız kaç unsur ve madde aklımızın ve duygularımızın köşelerinden çıkaralım, sayalım. Her biri samimiyet aynası sayılabiliyor mu?
g) Gelelim samimiyetin iktizası olan diğergâmlık, ferâgat, fedakârlık, hüsn-ü zan, vefa, faziletlerimizin bizde ne kadar bulunduğuna?
Bunların cevaplarını illa da nefsimin size açıklaması gerekmiyor, vicdanımla baş başa bunları çözebilmeliyim. Yanlışlıkla borçlu olduklarım kimselerden kendimi alacaklı hissetmiş olabilirim. Benim gibi birisi iğnenin deliğinden Hindistan’ı seyir, temaşa ve teftiş ettiğini zannederken iğnenin deliğini göremiyor.
Kardeşim tekrar selâm ve rahmet duaları ile sizden de gerçekten çok muhtaç olduğum dualarınızı bekliyorum...
Kardeşiniz
AHMED İHSAN GENÇ
Not: Bu mektup telefon görüşmesiyle yazdırılmıştır.