اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
Kahire, 18 Temmuz 1999
Muhterem, muazzez kardeşim,
Bugün ikinci bir mektubu yazıyorum. Güneş doğalı 40 dakika oldu, kuşluk vakti başladı. Allah (c.c.) bütün zaman ve mekânlarımızı bizim için hayırlı, mübarek eylesin. “El Ciza” denilen bir muhitteyim, pencere önünde oturdum, yazıyorum. Kulağıma ötücülerden değişik sesler geliyor. Hemen yakınımda çok güzel çiçekleri olan (salkıma benzeyen) ağaçlarla dolu bir bahçe var. Her bir ağaç büyük ve gösterişli bir buket, bir çiçek gibi güzel mi güzel hem de bazen (şu günlerde) elli derecelerde olan ateş saçan hararetler altında bir güzellik ve tazelik devam ediyor. Demek bu ağaçlar ve çiçekler de millet-i İbrahimiyeden olmuşlar. O Zât (aleyhisselâm) gibi “Ya nâru kûnî berden ve selâmen”in içindeler. Milyonlar barekallah…
Muhterem kardeşim,
Cuma namazını sevgili Oğuz kardeşimin de tavsiyesiyle Mescid-i Hüseyin’de (r.a.) kılmayı istemiştim. Bizim damat Hişam bin Süleyman “El-Ezher mescidine gidelim” deyince, “Tamam” dedim. Bu da güzel oldu. Şeyh-i Ezher Tantavi namazdan hemen sonra vaaza başladı. Biz hemen Mescid-i Hüseyin’e (r.a.) geçtik. Her iki mescidi de çok güzel, çok ferahlı, çok saadetli buldum. Sanki Harameyn mescitlerindeydim. İki sevgili dost kardeş Ahmet ve Şevketlerle, (vefa hususunda bazen tereddüde düştüğüm) sevimli daykolarımla veya Kamil kardeşle, hem aile boyu vefalı, samimi dostlarım kuvvetli duacılarım Kazokoğulları’yla el ele vererek onlardan çıkmayı hiç istemiyordum.
Ruhî hazzımın çok yükseklendiği belli oluyordu. Mümkün olsa her birinde onar gün itikaf yapardım. Böyle çok mübarek ve muhterem, şeaire bir nevi dâhil olmuş mekânlara utanmaz bir turist gibi girip çıkmak beni kalbimden yaralıyor, ah-ü fizar ile feryad-ü figan edip ağlamak istiyorum. Bu halime ve halimize ağlıyorum...
Ya Rab büyük allâme Mustafa Sabri Efendilerin, M. Akif gibi yüce ruhluların, Zahid-i Kevserilerin göz yaşlarıyla sulanan şu mübarek yerler ve umum mukaddesler hürmetine İslâm’ı (Müslümanları) zilletten kurtar, aziz sıfatlarınla izzetli eyle, aziz kıl! “Ve tuizzu men teşâ’...”
Muhterem kardeşim,
Perşembe günü (yevm-i hamîs) Seyyide Nefise (r.anha) ve Cenab-ı İmam-ı Şafiî (r.a.) ve Seyyid Ahmed Rıfad (k.s.) hazeratını ziyaret etmiştim. Şimdi bu Mısriler (ehl-i siyasetin müfritleri) Avrupaperestlikle Firavunları ve Firavunlukları ihyaya çalışıyorlar. Allah (c.c.) hidayet etsin. Halkın İslâm ile terbiyesine himmet edilse asrî medeniyet sahasında da dünyanın “büyük ejdarha”larının çok önüne geçebilmeleri mümkündür. Hem çok da kolay olabilir. El’ân yetişkin insan unsuru bakımından zengin görünüyorlar. Bu ise çok güzeldir. Yalnız kanaatimce bu zenginliklerinden gelen kesirlerle enaniyet, taazzum, tekebbür gibi kavmî kabarmalar ve şımarıklıklarla bulaşmışlar. İnşaallah ehl-i basiret ilim ve marifet sahipleri yüce himmetleriyle onları Hakk’a hizmet edecek bir yola sevk ederler.
Muhterem kardeşim,
Cenab-ı Şâfiî’nin ziyaretinde Seyyidina Numan İbn-i Sâbit (İmam-ı Âzam) Hazretlerinin bizi (rüyada) tanıştırması hatırıma geldi. Müstakil imam olmakla beraber Mezheb-i Şafiiye daha çok riayet ettiğini zannettiğim Üstad’ımızın kardeşi Abdülmecid (Ağabey) Efendinin “Dü mezheb-i Hanefî Şafiî” isimli kitabını yazmasını düşünüp hikmetini anlamaya çalıştım. İtiraf edeyim ki bu büyük İmam’ın (r.a.) nezdinde ruhen kuvvetli bir rabıta hasıl olamadı. Belki hediyelerimde zayıf kaldım. Eimme-i Erbaa bana o kadar yüksek görünüyorlar ki dinle bütünleşe bütünleşe sanki din-i İslâm’dan birer rükün haline gelmişler. Bâlâ kâinatlarını görmekten, kıymetlerini takdirden cidden acizim. Hukuk-u İslâm’ın birer şerefi, birer nurdan direkleri olan bu zâtların ayaklarını bastıkları mekânlara yüzlerimizi sürmeliyiz. Bu gibi zevata karşı dağ gibi enaniyetleriyle sahib-i rey gibi kendilerini satmak isteyen, onlarla tartılmak isteyen zavallılara acımalıyız. Maamafih Süreyya ile seranın yükseklik ve çukurluk uzunluğunda müşterek bir noktaları var. Birisi ne kadar yüksek ise diğeri o derece alçaktır. Allah (c.c.) bizler için o mübarek büyüklerimizi şefaatçi kılsın, onların hürmetine bağışlasın.
Muhterem kardeşim,
Bu seyahat vesilesiyle Vehhabilik, Vehhabiler hakkındaki Üstad’ın mektubunu ve İhvan-ı Müslimin ile Nurcuların farklarını gösteren mektubunun ehemmiyetinin daha çok farkına vardım. Ya Rab, o ne ihatalı nazardır ki gördüğünü doğru görmüş veya açıkça gösterilmiş.
Bâkî selâm. Rabb’im sizin ve müşterek dost ve sevdiklerinizin himmetlerini, hizmet aşkınızı yücelttikçe yüceltsin ve bizleri Cennetü’l-Firdevs’te cem etsin.
AHMED İHSAN GENÇ