اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
Göztepe, 25 Haziran 1999
Muhterem kardeşim,
Üstünlük meselesi insanların bütünü için söz konusu olduğu gibi, iman kardeşleri arasında bile ehemmiyetli bir yeri vardır. Bu hem hassas hem çok tehlikeli bir histir ki çoğumuzu nefsimizle karşı karşıya getirir, bazen de o nefsin bizi yanlış yönlendirmesine karşı adeta onunla boğuşuruz. Oysa Kur’ân-ı Azîm ile üstünlüğün takvada olduğu, Allah (c.c.) indinde olduğu açıkça beyan buyurulmuştur. Yani ekremiyet tamamıyla takvaya dayalıdır. Biz de böyle inandığımız için nefsimizin serkeşliğini önlemeli, itirazlarına kesinlikle mâni olmalıyız. Yoksa kendimize kötülük etmiş, helak kapısını açmış oluruz.
Bizler kendi âlemimizde nisbîlikle, ölçüp biçerek kendimizi tatmin eder veya nefsimizle aldanırız. Nisbîliği unutulmamak şartıyla, kayıtlı olarak “Filan şöyledir, iyi kimsedir, güzel adamdır” demek çok da yanlış olmaz, o bakış açısından akseden muvakkat bir görüntü demektir. Böyle mülahazalar başkalarını tenkis olmaz, beğenmemek değildir. Takdirler, medihler birer cihetledir. Mutlak görünse de mukayyettir.
Kardeşlerimizi hakiki şahsiyetleri ile sevebilmek çok büyük bir hadisedir. Onlar bize ya bazı faziletleriyle veya meziyetleriyle görünmüş olarak bir yakınlaşma yolu açıyorlar, intibak noktaları çoğaldıkça münasebetler, birliktelikler artıyor, bir zaman sonra imtizaç hasıl oluyor.
Çok şâyân-ı dikkat bir hususu söyleyeyim ki bazen bir kardeşime (vesileleri doğdukça) iltifat ederken onun şahsında birbirlerinin aynı gibi olmuş fenâ fil-ihvan muhlislerini o zarfın mazrufu olarak görüp bütününe karşı “maşaallah, barekallah” demek içimden geliyor, dopdolu bir yürekle, sürur ile söylüyorum. Belki de hiçbir kardeşimi istisna etmiyorum. Mesela “Kardeşim Tahir, senaya layık ahlakınla çok usta bir sanatkârın terbiye-i kaleminden çıkmış, antikalaşmış bir elmasa benziyorsun, tebrik ederim, hep böyle kal, evsafını koru!” demekle her biri kıymetli her biri Tahir kardeşlerimi manen alkışlamışımdır. Çözülmez bütünlüğümüzün şanına da bu yakışır. Rahmân ve Rahîm Rabbimiz bizi böyle terbiye buyursun ve bu sıfatlarla mücehhez kılsın, uhuvvet-i imaniyede kemale erdirsin, böylece haşretsin.
Muhterem kardeşim,
İltifatlarımızda yalana, riyaya kaçmamalıyız, ancak zann-ı galibimize göre yapılan teveccühlerde başkalarınca görülmemiş noktalar bakımından itiraz olabilir fakat bize bir mesuliyeti yoktur. Zaten riyanın riyakâra hiçbir faydası yoktur, olsa da kirli, gayr-ı nezih ve fâni ve cüz’i bir şeydir. Fazilet sahibi insanlar buna tenezzül etmez. Riyayı çok zayıf nefisler sahibi insanlara karşı devamlı bir sermaye gibi kullanmak çok çirkindir. Bir kısım iltifatlarımız, olmasını istediğimiz, beklediğimiz medar-ı inkişaf faziletlerin temennisi olabilir ki büyüklerimizin okşamaları, iltifatları belki bu mahiyettedir. “Faruk sen akıllı bir gençsin” derken, “Aklını geliştirip iyi bir insan olabilirsin, senden bunu ümit ediyorum, akıllı bir kimsenin potansiyeline sahipsin” denilmiş olabilir. Riya İslâm içinde mezmum olduğu gibi küfür topluluklarınca da beğenilmez; yalnız nifak mensupları bundan hoşlanırlar.
Senin gibi vakarlı, ciddi kardeşlerimin çok içten samimiyetlerini uzaktan- yakından kokuşmuş riya hissi ile teması var bilmiyorum. Kendim için ve sizin için her zaman istiğfar etmek ve hıfz-ı ilahîyi dilemek borcumdur, vebalimdir. Siz de dualarda bunun üzerinde ısrarla durunuz.
Mektuplardan birinde hem zayıf hem yanlış anlaşılan bir ifade sebebiyle çok dikkatli ve civanmert bir kardeşim ikaz eder gibi bir şeyler söylediler. Kastî olmayan mezkûr ifadeyle sanki bir tercih yapıldığı zannedilmiş veya edilebilirmiş. Kesinlikle hayır, kardeşliğe üssü’l-esas olan noktalarda sizleri nefsime tercih ediyorum, hayranlıkla ruhlarınıza hoşâmedi yapıyorum. Böyle olmakla beraber münafi-i ihlas bir hal varsa, muvaffak olamadığım uhuvvet ibadetimde görünen veya perdeli hususlar için dualarınızla yardımlarınızı rica etmekteyim. İnşaallah telafi edebilirim.
Meziyet ve faziletlerde şahıstan şahsa daima farklar bulunacağı çok bedihidir. Çünkü her aynanın hacim ve parlaklığı güneşin akislerini değişik gösterecektir. Arızî pasların, kirlerin veya zâtî kusurların aynasının nurlar serpen güneşe itiraza ne hakkı vardır. Güneş dile gelip konuşsa “Sen kendine bak, kirlerini temizle, aynanı temiz tut, parlatabildiğin kadar parlat!” demesi tam bir gerçek ifadesidir. Bunun içindir ki اَلْعُذْرُ مِنّٖى denilmiştir. Ancak içtimaî ahlakımızın güzelliğinden faziletinden olarak rüçhan davasından sakınırız. Başkalarını gayrı-ı adil davranılıyormuş gibi sû-i zanna düşürmekten şiddetle uzak dururuz.
Artık “bu hamur çok su götürür” diyerek mektubumu noktalamak istiyorum. Cenab-ı Rahîm’den anlayışımızı genişletmesini, doğruları doğru anlamayı nasip buyurmasını yalvarıyorum.
Bâkî selâm ve dua...
Kardeşiniz
AHMED İHSAN GENÇ