اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
Göztepe, 22 Haziran 1999
Müsaade edersen sana “sevgili, muhterem, vefalı, kahraman kardeşim” diyeyim. İnşaallah hem öylesiniz hem de her zaman öyle kalırsınız. Bazı zayıf kimseler gibi dünyanın makyajlı, boyalı rengi zihninizi bulandırmaz. Asrın çarklarının büyük küçük dişlileri arasında eğilmemek dipdiri kalmak ilahî bir mu’cize gibidir. Rabb’im inayet-i hassası ile bizlere nasip buyursun.
Kardeşim,
Nurların müştakları, alakadarları ve dostları bu ilahî hadîkadan kim bilir ne kadar çok farklı sûretlerde istifade ediyorlar. İman cihetiyle elde edilen kalp ve ruhlarında yerleşen kârlardan başka imana dayalı yüksek ahlaklarda da çok irtifa kaydediliyor. Her talip kendi istidat ve zekâvetince iman hayatında olduğu gibi, ibadet hayatında, fikir hayatında, sosyal hayatında, ilim hayatında ve hatta iş hayatında güzelliklere bürünüyor. Kendisi de meydana gelen harikulade değişmelerden mütehayyir olup yeni şahsiyetine taaccüple bakıyor, “Maşaallah” diyor. Bunu görmek ve bu vesileden hamdimizi arttırmak da lazım. Birisi “Senin üzerinde ne kadar çok nimetler var” demeden de Rabb’imizin ihsanını görmeliyiz. Şükür secdelerine kapanmalıyız. Birbirimizi şükür için uyarmalıyız, nimetlerin ebedileşmesine yalvarmalıyız. Kardeşlerimizi tebrik etmeliyiz.
Anlayışlı muhatabım, sevgili kardeşim,
Bu mektupları yazmak işimizde bir şeyden endişe duyuyorum. İnsanın nefsi tilki gibi kurnazlıklar eder, en güzel güzelliklerde, en hayırlı hayırlarda bakarsın ki nefsin tuzağına düşmüşsün, tasannu’ yapıyorsun. El-aman Allahım! اَللّٰهُمَّ احْفَظْنَا
Şimdi gözlerimin önünden âlicenap ruhların sahipleri büyük* ağabeylerim sanki resmigeçit yapıyorlar veya onları makamlarında (hayalen) ziyaret ediyor gibi bir his içindeyim. Sıddık Süleyman Ağabeyimi, Rüşdü Ağabeyimi, Ahmed Nazif Ağabeyimi, Re’fet Ağabeyimi görüyorum. Gerçekten bunlar ve emsalleri yüceler yücesi âlemlerin ehli olarak bizim esfel dünyamıza misafir gelmiş gibiydiler. Bir müddet bizlerle beraber oldular.
Malumdur ki “Nurları” benimseyerek, kabul ederek, inanarak okuyanlar,
• tezkirî, tefekkürî,
• talimî, tedrisî,
• tahkikî, tahlilî... sûretlerde okuyorlar. İhtiyaçlarına göre bunlardan birisini tercih ediyorlar ki herhalde siz de bu usulü takip edersiniz.
Biz “Nurları” başka kitaplara tercih ederiz. Onu Kur’ân-ı Azîm’in manevî mu’cizesinin lemeâtından akseden parıltılar biliyoruz. Herhalde tezkirî, tefekkürî okuyuş Nurlara intisaptan sonra daha fazla halavetli bir hal alır, zevkine doyum olmaz. Cennetin şerbetlerini yudumlamak gibi bana geliyor. Talimî, tedrisî dersleri de zaman zaman çok şevkli bazı ders arkadaşlarımızla yapıyoruz. Tahkikî, tahlilî okumalar fehmimizin inkişafına, açılıp güçlenmesine yardım ettiğinden artık doymaz bir manevî iştihaya sahip oluyoruz. Haddizatında bu noktaya gelen arkadaşımız az.
Nurları ders halkasında herkese okutmak güzel olmakla beraber dolu bir şevk ile okuyanların güzelliği daha da başka güzel oluyor. Gizli bir rekabet ve hasetten sakınılarak, ihlası koruyarak böyle yapabiliriz.
Murad, Şevket, İsmail kardeşlerin, senin ve Abdülkadir kardeşin okuyuşlarını dinlemek bana daha cazibeli geliyor, dikkatimi dağıtmıyor, anlayışımda farklar hissediyorum. Herhalde bu güzel örnekleri Yaşar Beylerle, Kamillerle, Mürsellerle çoğaltabiliriz. Bu kıraat hususunda olduğu gibi, anlamak cihetinde de vasatımızın iyi olduğunu düşünebiliriz. Elhamdülillah.
Okuyuşlarda cümle, kelime ve harflerin hakkının verilmemesinden sıkıntılanıyorum. Güzel bir okuyuş metnin anlaşılmasına çok yardım ediyor. Bizler derslerimiz içinde muntazam bir cümle teşkil ediyoruz. Bir harf noksanlığı kelime ve de cümlenin manasını bozabildiği, en azından noksanlaştırdığı gibi daimî ders halkamızın bir eksiği de halkanın kopmasına benziyor, tamamıyla bilemediğimiz, hissedemediğimiz zararlar doğuruyor. Bir tesellimiz var ki Vehhâb-ı Zülcemâl o halkayı melekleriyle bütünleştirir.
Kardeşim, sen kendine sor. Oğuz’u, Mesud’u, Çoban’ı, Doktor’u, Gazi’yi, Erdal’ı görmek istediğin yerde göremesen ne kadar hislenirsin, senin namına itiraf edeyim ağlayacak hale gelirsin... Bu mesele işte böyle... Hemen Metinleri, Ali Hoca’yı, Osman’ı, Ayhan’ı hatırlayıp manevî beraberliğe kanaat edemediğini fark ediyorum, ne yapalım ki işte biz böyleyiz.
Koçak kardeşimin hem Denizli’ye hem de Antep’e koşup gelmesine çok sevindim, onda kuvvetli bir vefa hissini müşahede ettim. Siz ona daha fazla dua ediniz.
Senin de ruhuna aksettiği gibi biz bu kardeşlerimizi, ders arkadaşlarımızı, muhterem, faziletli ağabeylerimizi cidden çok seviyoruz. Bu riyasız ve candan bir sevgidir.
Çok Ahmedlerimiz gibi çiçeklerimizi sulayan maharetli Ahmed Sula kardeşin Amerika’ya gidişi mühim bir açığa sebep oluyor, yeri doldurulamıyor. Orada gayet dikkatli, tesirli, fütühatvâri hizmetler yapar da onunla kendimizi teselli ederiz.
Kaderin sırlı hikmetleridir ki kahraman Orhan Bey, İsa Bey gibi kardeşlerin gitmelerinin zamanla hayırlı neticelerini görürüz. Kardeşlerin her birinin gelişleri bizim için bir bayram sevincini getirir. Yusuf, Onan, Aytaç kardeşlerimi nasıl da sabırsızlıkla bekliyorum. Bu kahramanların kesretli emsallerinden cennetimizin daha ziyade tevessü’ edeceğini ümit etmekte “hakkım var” diyebilirim.
Zekâvetçe çok zengin olan Selimlerden birisini bu aralar hiç göremiyorum, diğeri ise haftada bir olan gelişlerle “Ancak bu kadar fırsatım oluyor” demek istiyor. Her neyse gıyaplarında konuştuğum kardeşlerim helal etsinler.
Müfettiş Nihad Bey, İdris Şahin Bey kardeşimizden bize bir sevinç ulaştırsın.
Mevsimlik esintiler kayaların tozlarını süpürür, ağaçlarda sararmış, kurumuş yaprakları döker diye hiç merak etmiyorum.
Muhabbet, dua, selâm...
Kardeşiniz
AHMED İHSAN GENÇ
Not: Mehmedler, küçük Selim, Uğur, Abdullah, genç Metin, Faruklar gibi çok gençlerimizi hususi bir kır havasında bir araya getirmek için ne düşünüyorsunuz, istişare ediniz.
* Dâvâsı büyük olanlar dâvâlarına nispet edilir, onunla onlara bakılır. İman dâvâsı ise hiç bir dâvâ ondan ileride olmadığından ve olamayacağından o dâvâya bağlanmış, adeta yalnız onun için yaşayanlar büyük insanlardır, büyüklerimiz olarak daima ön safta bulunacaklardır. Cidden bu sıfata, büyüklük sıfatına layık zâtlardır, kâmillerdir.
Ahmed İhsan