KAZADAN SAKINMAK
Bir tanıdık vardı. Günün birinde yolda giderken çok hızlı giden bir vasıta ona sürtünerek geçip gitmiş. Vücudunda yara bere yok. Fakat kendisini ani bir titreme tutmuş, dişleri birbirine vuruyor, bacakları zangırdıyor, ayakta güçlükle duruyor, sırılsıklam ter içinde kalıyor. Hemen evine koşuyor ve yatağa giriyor. Hekim, hastane, ilaçlar, tedaviler... İyileşmesi aylar sürüyor. Artık her şeyden evhamlanan, kaza ihtimaline karşı çok hassas bir kimse oluyor... Böylece hayat kendisi için tahammül edilemeyecek derecede ağırlaşıp zorlaşıyor.
Her insan bir kazaya uğramamak için böyle hayatının dengesini kaybederek zor şartlar içine girebilir.
Şimdi birlikte düşünelim. (İnanmış) bir kulun Allah’ın (c.c.) davetinde zamanında hazır olmak gibi bir mesuliyeti ve borcu varken, böyle bir kazayı çok kere yapmak, sonunu düşünmemek de nasıl olabilir? Bunun akla uygun gelebilen bir açıklaması var mı?
10 Mart 2008
İBRETLİ BİR İBADET SIRRI
Kölelik kanununa göre kendi özel işleri için verilen bir saatlik zamanda efendisinden gizli ibadet eden köleyi merak eden efendisi onu huşu ile namaz kılarken buldu. Gizli hâlinin fâş olmasından o irfanlı köle:
يَا صَاحِبَ السِّرِّ إِنَّ السِّرَّ قَدْ ظَهَرَ
وَلَا أُرِيدُ حَيَاةً بَعْدَمَا اِشْتَهَرَ
(Ey sır sahibi, efendim, sultanım, gerçekten sırrımı açığa vurdun, bundan sonra teşhir olunan bir hayatı istemem)
diyerek orada secdeye kapanıp ruhunu gerçek efendisine teslim etti.
23 Şubat 2008
NAMAZ İÇİN CİDDİYETİ GÖSTEREN BİR HİKÂYECİK
Bir gün aile boyu dinî hayatı benimsemelerinde vesile olduğum bir arkadaşım bana “Ağabey, sizden bir ricam var. Kardeşlerimden (D....) namaz kılmıyor, ilgilenirseniz çok minnettar olacağız. Sizi dinleyeceğini ümit ediyoruz” demişti.
O genç lise öğrencisi imiş, henüz hiç görmemiştim, tanımıyordum. İlk fırsatta onunla (bir seans) yarım saat görüştüm. Beni dikkatle dinledi. Ona faydalı olduğum kanaatine vardım. Son birkaç kelime ile sözümü bağlarken “Kardeşim, senden çok ümitliyim, artık Allah’ın (c.c.) emirlerine boyun eğmiş, iyi bir kulu olacaksın. Belki önümüzdeki Cuma günü yepyeni bir (D....) kardeşle karşılaşacağız” deyince, “İhsan Ağabey, sen bir zalimsin, Cuma’ya kadar kaç vakit namaz var.. Nasıl bu kadar tavizkâr olabilirsin... Şimdi, hemen ikindi namazına yetişeceğim...” diye koşarak gitti. Onun bu söz ve imanî gayretinden ne diyeceğimi bilemedim. Arkasından, gözyaşlarımla dua ettim. Artık (D...) genç salihler safına katılmış bir kahramandı...
14 Mart 2008
Not: Yukarıdaki hikâye 1954 yılı, Gaziantep’te yaşanmıştır.
“MESNEVİ”DE NAMAZ
Sultan-ül uşşak denilerek bütün dünyada şöhret bulan âşıklar sultanı Mevlana, zarafetin zirvesinde bir edep timsali olarak namaz ibadetini hırpalayan, böyle azîm bir tazimin laubalice yapmaktan utanmayan bir sofiye:
سَرْ بِه زَمینْ دُنبُلْ هَوا میکُنَنْد
یَعنی خُدا را عِبادَت میکُنَنْد؟
(Başını zemine koyup, arkanı havaya dikmekle
Hüda’ya ibadet mi yapmış oluyorsun?..)
diyerek acı bir sitemde bulunmuştur. Mevlana namaz ibadetimizin yalnız şekil olmadığını bununla beraber ruh ve muhtevasına dikkat edilmesini böylece anlatıyor.
3 Nisan 2007
BİR HİKÂYE
Namaz meleklerinden birisi arkadaşlarına bir genci göstererek:
- Şu gence hem okulda hem de mahallede akranları “musallî” diyorlar. Gerçek ismi Ahmed olduğu halde isim takmışlar, hep “Musallî” diye çağırıyorlar. Ahmed bu takma isminden bazen memnun oluyor, bazen de rahatsızlık hissediyor. Onu el birliği ile korumaya aldım, bu durumdan sıkıntılanıp, üzülmesin diye çalışalım.
Başka bir namaz meleği;
- Ay, ben bu genci sabah namazında mahalle camisinde buluyorum, Allah’ın emriyle onu karşılayan melekler arasındaydım. Namaz ve tesbihinde çok ciddi olduğundan diğer meleklerle topluca onun etrafında dönüp duruyoruz. Bir kere mescitte oturmuş ezan bekliyordu, bazı ilham meleklerinin onun kalbine girdiklerini gördüm de onu daha çok sevdim... Hayat koruma meleklerinden bu gencin henüz on üç yaşında olduğunu öğrendim, “binler maşallah” dedim.
Diğer bir melek:
- Ben bu genç musallî için söylediklerine katılıyorum. Onunla arkadaşlık için çare arayan cin topluluğundan müminler de var. Mescitten evine girerken sokak kedilerinden ikisi peşinden koştular, onu kokluyor, ayaklarına sünüyorlardı. Bu genç ikiz olarak dünyaya gelmiş. İkizi de çok cici bir kız. Bu kızcağız namaz dışında da evinin içinde örtülü geziyor. Bu ikiz kardeşler hiç namazlarını geciktirmiyorlar, bütün saatlerini çalışarak geçiriyorlar, her gün sayfalarca Kur’an okuyorlar. Dedelerinden İslam için bilgiler alıyorlar. Güzel kitaplar okuyorlar. İkizlerden kız olanı annesine “Ben Kur’an hafızı olmak istiyorum.” diyor. Bu sevgi ve inanç dolu arzusunda Allah onu başarılı kılacak.
Bir başka melek:
- Gelin, size ne göstereceğim. Mescitteki genç az önce Allah’a yalvarırken ağlıyordu, ben onun gözyaşından bir damlayı diğer meleklere göstermek için aldım. Bu damlacık o kadar ağır ki zorlukla taşıyorum, gittikçe de ağırlaşıyor. Hesap günü sevabı, iyilikleri tartılırken bu damlacıkta tartılacak, bu güzel genç için ne büyük kazanç ve sevinç olacak. Gördünüz mü, gözyaşlarını silerek derin düşüncelere daldı? Bütün gençler ve çocuklar bu örnek gence benzeseler ne kadar güzel olur, dünyanın geleceği parlar, insanlık huzurlu günler görür.
20 Eylül 2008
SAAT-İ İCABE
Cuma gününde günün fazilet ve şerefini yükselten o günü hususi rahmet ve ikramların bir şehrâyini, bir bayramı yapan Rabb’imiz, azametine ve saltanatlı haşmetine yakışır olarak o Cuma günü içinde “Saat-i İcabe” denilen ve duaların hemen cevaplandırıldığı, belki makbul olarak karşılandığı bir zaman yerleştirmiştir ki o saat hikmet-i ilahiye ile günün bütün saatlerinde gizlenmiştir. Cuma’ya katılan mümin eğer o saati yakalamak isterse o günün bütün saatlerini dirayetli bir avcı gibi kollayacak ki o çok özel ve bereketli “ân”ı yakalayabilsin, muradına ersin, manevî bir piyangodan o ân sebebiyle zengin olsun. Birden bir tek ameli yüz binler meyve versin. Çünkü o icabe saatinde ibadet halinde bulunacağından Allah’ın rıza ve hoşnutluğunun muhatabı olur.
Cuma cemaatinden katıldıkları halde kaçar gibi ayrılanlar hatta dualarını bile yapmayanlar bu büyük fırsata niçin müstağni kalıyorlar. Bilmiyorlar mı ki asıl köşe dönmek, birden bire insanî kemâlde en yüksek makamlara ulaşmak O’nun rızası içinde değil midir?
Cuma’dan zamansız ayrılanları yalnız cami görevlileri değil, dininin zarurî bilgilerine sahip olan her akıl sahibi (livechillah o kimselere yardım için) uyarıcı olmalılar. “Aman aman kardeşlerim, şu mübarek saatlerde Allah-ı Azîm’den alacağınız ücreti almadan bu mübarek mekândan ayrılmayın” demelilerdir. Allah-u â’lem, bu uyarıları yapacak kimselerin her bireri de başka ibadet edenlerden daha çok “saat-i icabe” ikrâmından istifade ederek Sultan-ı Deyyan’a daha yakın olacaklardır.
Bu “saat-i icabe”nin sırlarına vakıf olduğumu söyleyemem. Bununla beraber sünnet sahibimizden (s.a.v.) gerekli irşadlar yapılmıştır. Ümit ederim ki bütün ehl-i iman kardeşlerimle beraber o mübarek ve muhterem saati yakalayabiliriz.
18 Eylül 2008
CAMİ VE MESCİT SAYGISIZLIĞI
Nefsim bir kısım rahatizmacılar gibi camiye, mescide gitmeye nazlanıyor ve üzülerek söyleyeyim ki kendince önemli şartlar ileri sürüyor.
- Burnum yere sürülmeyecek bir çare bulunmalı (azgın münafıklar da böyle söylüyorlar)
- Camide rahat edebileceğim koltuklar ve döşekler olmalı (mürtedlerin, müfrit laiklerin hevesleri)
- Mescitte cemaattendir diye (bana göre hakir, fakir, sefil, döküntü kimselerle) omuz omuza sıraya giremem, benim gibi kişiliklilerin ayrı bir yerleri olmalı, onlar da kim oluyor, benim önceliğimi bilmeyen zavallı cahiller. Bunlar dünyamızın düzenini bozuyorlar. (Dinde reform isteyenler bu fikirleri taşıyorlar. Kesinlikle kendi yaptıkları bir din (!) istiyorlar. Buna sosyeteciler dini denebilir mi?..)
- Mescitlere günde beş kere gidemem, kendim için uygun gördüğüm bir saat olabilir. Hem de camilere yalnız Cuma için gitmek yeterli (Böyleleri dinsiz yaşayalım demek cesaretini gösteremeyenler)
- Camilerde oturabilecek sıralar olsa, ney taksimleri yapılsa ne kadar asrîleşeceğiz. (Genç Hristiyan Cemiyeti kurucularının teklifleri)
23 Eylül 2008
ALACACILAR
Târik-üs salat bir kısım iman ehli insanlar var. Bu iş nasıl oluyorsa pek aklım ermiyor. İnsan acz içindeki varlığıyla inandığı iman ettiği bir ilaha karşı nasıl ibadet etmez, kıyam etmez, tekbir etmez, tesbih etmez, yüzünü yerlere koymaz.
Bir de “alacacılar” var. Bunlar mü’min olmakla beraber müslim de olan kimseler fakat ne yazık ki “alacacı, alacalı” denmeye layık bir hal içinde en zaruri olan kulluğun esası sayılan ibadetleri, namazlarını emredilen vakitler içinde, zamanında istikrarlı ve devamlı kılmıyorlar. Üzülerek söyleyeyim ki bu gibi kimseler ya nefislerinden veya emmareci nefislerden, belki de doğrudan doğruya şeytanlaşmış insanlardan ve cinnî şeytanlardan fetva alıyorlar. Allah korusun o fetvacılar kendileri azaba, helake Târik-üs salât: Namaz vazifelerini terk edenler Emmareci nefis: Terbiye edilmemiş, insanı sürekli kötülüğe yönlendiren nefis mertebesi müstahak oldukları gibi, tesirleri altına almak istedikleri alacacıları da çekip sürüklemek istiyorlar. Allah’a iman ederek İslamiyet’le teslim gösteren her insana kat’iyyen keyfiliklerine terk edilmeyen bir vazife vardır. O da aynı farz olan namazdır.
Rabbimizin azamet ve kibriyasını akıl ve kalbinden çıkarmayan her mü’min, emrolunmuş her namaz için her zaman hazır olacak ve davet saatlerini bekleyecektir. Ashab-ı Kiram Aleyhimmürrıdvan gibi en zevkli ve saadetli bir şevk ile süratle koşacaklardır. O koşucuya sorulduğu zaman hiç tereddütsüz, “Azîm Rabb’imin davetlisiyim, bana davetini işittirdi, O’na koşuyorum” diyecektir.
Hem Rabb’imizin, hem salat için bekleyen hazır meleklerin en çok hoşnut olduğu kulluk vazifesi namaz olduğu için bu namaz en aciz insanı en güçlü kılar. Her halde Rabb’isine yakınlaşmak isteyen kimseyi en kolay O’na yaklaştırır, O sultan kulluk ve namazıyla yakınlaşmak çabasındaki kuluna her güzel amelinden, ibadetinden ücret ve mükâfat verdiği gibi huzuruna kabul ettiği, koşa koşa gelmiş o kuluna da en büyük mükâfatları verir.
Alacacıları, nefsimden de olabilecek alacacılıkları hiç beğenmiyorum, böyle seviyesiz bir kulluktan Allah’a sığınıyorum.
22 Mart 2011